HİÇBİR TÜRLÜ BULAMADIM BEN BENİ
Yıllarca aradım kendi kendimi
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Hayal miyim rüya mıyım bilinmez
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
İnsan mıyım mahluk muuym ot muyum
Ekilir biçilir bir nebat mıyım
Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Varlığım yokluğum bir veysel adım
Kalacaktır gök kubbede ses kadim
Elli üç yıl kendim aradım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
21 Aralık 1972 (Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi)
Aşık Veysel kanser hastası olarak, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesinde yatıyordu. 21
Aralık 1972 günü, nagra marka ses alma cihazını omuzlayıp, hastanenin yolunu tuttum.
Hastane odasına girdiğim zaman, Ankara Radyosu prodüktörlerinden arkadaşım Fatma
Günbulut ile daha sonra 12 Eylül diktasının TRT’nin başına oturtacağı hem Kerim, hem
Aydın hem Erdem diye tanımladığımız servis müdürümüz de odadaydı. İlkin geçmiş
olsun deyip bir kenara oturdum. Benden önce gelenler söyleşiyorlardı. Sessizce
mikrofonumu açtım. Onlar gidene kadar da kapatmadım. O arada Aşık Veysel’e yemek
yedirdiler. Kaşık tabak efektleri dahil, bir saat içindeki tüm sesleri bandıma kayıt ettim.
-Veysel Baba, bir ara köy öğretmenliği yaptın. Nerelerde bulundun?
-Köy öğretmenliğinde, evvel Arifiye’ye gittim. Sonra Hasanoğlan’a geldim. Daha sonra Çifteler
Köy Enstitüsü’ne gittim. Kastamonu Gölköy’e gittim. Ondan sonra Yıldızeli’ne gittim.
Samsun-Ladik Köy Enstitüsü vardı. Oraya gittim. Bir hafta kaldım,eve izinli geldim on beş gün.
Ondan sonra da gitmedim. Serbest gezmek daha iyime geldi. Oralarda aylarca bekliyordum.
Altı ay, yedi ay ,sekiz ay. O sıkıyordu beni. Onun için oradan ayrıldım.
-Öğretmenken evli miydin?
-Evliydim.
-‘Bir mektup aldım, gül yüzlü yardan’ o zaman yazıldı değil mi?
-O Hasanoğlan’da yazıldı.
-Toprak 46’da değil mi?
-Toprağı, 44’te Eskişehir-Çifteler’de yazdım.
(HASTAHANE GÖREVLİSİ YEMEK YEDİRİYOR.)
-Yemeğe tuz atim mi baba?
-Yok eyidir. Ekmek verme...
-Buyurun.(Tabak çatal sesleri) Baba sen tam rakı yemekleri yiyorsun yahu!
-Eskiden rakıcıydık canım!
-Şimdi vaz mı geçtin?..Buyurun.
-İyi.
-Daha istemiyorsun?
-Heee.
-Peki. Ispanak ister misin?
-Ver bakim bir kaşık da ondan.
-Yalnız tuzu azsa söyle de tuz atim.
-Zaten yiyeceğim bir kaşık.
-Buyurun...Tuzu nasıl?
-Hep yoğurt veriyorsun; biraz da pilav ver...Az katıyorsun pilavı.
-Peki baba...Bak bakalım tuzu nasıl...Biraz yoğurt katalım mı pilava?
-İyi olur. Biraz da ekmek ver.
-Köy ekmeği evet.
-Tamam ver bakalım.
-Buyurun.
-Eşki.
-Ekşi mi? Daha iyi değil mi?Buyurun salata da var.
-Şeyden ver.
-Piyaz mı?
-Evet evet.
-Etten bir parça yemeyecek misin?
-Yok. Korkuyorum, rahatsız ediyor.
-(Yemek servisi kaldırılıyor, ben de söyleşiye başlıyorum.)
-Veysel baba, radyocu olarak değil; bir dost olarak söyleşmek istiyorum sizinle. Benim özel
arşivim var. Aşık Veysel arşivi. Osman Özdenkçi’de de yok, Türkiye Radyolarında da... Ben bu
arşivime ekleyeceğim bu söyleşiyi.
-Olur.
-Özeldir. Dostça... Radyocu olarak değil,eğer bu rahatlıkta konuşacaksak konuşalım. Yoksa
yarın, ya da başka bir gün gelirim.
-Bugün konuşalım.
-Şimdi şöyle diyeceğim. Bende birçok bandınız var. İstanbul Radyosunda Neriman Tüfekçiyle
yaptığınız bir saatlik söyleşinin kopyasını da arşivime aldım. Kime gerekli olsa, benden alır
kullanır. Bugünkü söyleşide o bantlarda olmayan soruları sormak istiyorum. Sizce halk kültürü,
halk şiiri, halk müziği ne anlamdadır. Sizin anladığınız anlamda bunların tanımı nedir. Bize
kısaca der misiniz?.
-Bizde halk şiiri bayağı bir nasihat anlamındadır. Şiirlerin içinde sözler vardır ki, yani bir ata
cevabı gibi, daha üstün anlamlar vardır. Duygular da şudur ki; insanlar tabii müzik ruhun
gıdasıdır. Onun için kendi memleketimizin şiiri veya havaları hoşumuza gelir. Her memleket de
öyledir. Bu o anlamdadır.
-Ben şunu anlıyorum, şimdi halkın şiiri, müziği, halkın günlük yaşamından oluşuyor ve halkın
anlayacağı, yani halk dediğimiz daha çok köylü, işçi taban olan insanlarımızın anlayacağı bir
dolu sözü bir arada öz olarak deyiş...Bunu demek istiyorsunuz.
-Evet evet
-Ben konuşmalarımda sık sık dile getiririm; benim sayfalar dolusu yazıyla anlatamadığımı Aşık
VEYSEL ‘Benim sadık yarim kara topraktır ‘ diye bir mısrada bütünlemiştir derim. Siz de bunu
özetlediniz. Ben kimi çevrelerin yakıştırdığı gibi, son halk ozanı Aşık VEYSEL’dir yakıştırmasına
katılmıyorum. Fakat şu bir gerçek, Aşık VEYSEL’in yeri Türk halk kültüründe ayrıdır ve öyle
kalacaktır. Peki sizin kuşaktan, sizin yanınızda, çağdaşınız olarak, beğendiğiniz halk şairleri
kimlerdir?
-Valla, orası işte ...kimseye iyi veya kötü diyemem. Sebebine gelince, bir bahçede elli çeşit
meyve ağacı olur. O ağaçlar birbirinin meyvesini bilmez. Kokusundan da tatmaz. Yalnız onu
insanlar yer. Şu ekşiymiş, şu tatlıymış, şu daha mayhoşmuş, o kıymeti onlar verir. Biz şimdi ona
benzer bir şeyiz ki, ben Ahmet iyidir, Mehmet kötüdür diyemem. Demeye haddim yok. Onun
için, bu hususta özür diliyorum.
-Estağfurullah, ben zaten iyi kötü ayırımını istemedim.
-Beğendiğiniz dediniz ama..
-Evet
-Benim için hepsi iyidir. Hepsinin, her iyinin bir kötü, her kötünün bir iyi tarafı vardır. Buna,
olduğu gibi hepsine iyi diyemeyiz ki. Onun için birisi senin hoşuna gider, iyi dersin; O birisi onun
kötüsüne gider istemez. Bunlar alemin arzusu bir yere bağlı değil ki. Herkesin ayrı ayrı görüşü,
duygusu var.
-Peki o zaman , sizden önceki kuşaktan Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan kuşağından her ne
kadar okuma-yazma olanağı bulamadıysanız bile, kulağa geldiği kadarıyla sizin tercihiniz ; ya
da benim şu an sayamadıklarım arasında Emrah’tan daha eskilere kadar beğendiklerinizi
söyleyebilir misiniz?.
-Beğendiklerim, işte Karacaoğlan, Pir Sultan, Emrah, Dertli, sonra bizim orada varmıştı, onların
adı pek yayılmıyor.. Türabi Dede isminde birisi varmış. O Hacı Bektaşi Veli’nin dergahında
postnişin imiş. Ondan biliyorum ezberime birkaç şiir. Aşık Veli, Kemter Baba, ondan sonra bir
çok aşık var.Onlar da bizim oralı. Aşık Kemter 1225 senesinde hayatta imiş. Şiirinin birinde
şöyle söylüyor. Bir gün çiftten gelmiş. Konya’dan evliymiş. Kendisi bizim Kale Köyü var, oradan.
Çiftten gelmiş, hanımı ayağını soymuş, yıkamış cezveyi ocağa sürmüş, kahve pişirecek,
karısına dönmüş:’Konyalı ‘ demiş. ‘Buyur Kemter Baba’ demiş karısı. ’Kahve acı, tütün acı
doyurur mu üç ac’ı bir acı’ demiş. Yani ‘açım’ demek istemiş. Bunların evde türkülerini
deyişlerini çok ezberledim. Ve kendim yazana kadar bunların şiirleriyle çalıp çığırıyordum.
Kendim yazdıktan sonra onları bıraktım. Hatta kullanmayı kullanmayı unuttum onları.
-Şimdi benim bir sorum da şu: Şiirlerinizde sürekli aşama var. Yani çok dar bir görüşten, sürekli
geniş dünya görüşüne doğru bir gelişme var. Bunu neye bağlıyorsunuz?. Yani şiirlerinizde
sürekli halka yaklaşan bir aşama var. Bunun gerekçelerini siz söyleyebilir misiniz? Bunu şunun
için istiyorum ; yeni başlayanlar var, sizden sonraki kuşaklar olacaklar var. Bunlara
çalışmalarında örnek olsun istiyorum bu yanıtı.
-Evet ama, yine aynı dediğime geliyor ki, herkes bir yüzden seviyor. Birisi birinin hoşuna gidiyor,
biri ötekinin . Yalnız şu var ki, söylenen sözde bir öz olması lazım. Özü olmayan söz hiçbir şeye
benzemez. Yaşamaz. Onun için öz var umut ediyorum benim söylediğim sözlerde.
-Yani halk kendinden yaşantısından bir parça buluyor.
-Evet evet... Mesela ben, bu şey olmaz ama icap etti söyleyim... Şeyde İstanbul’da geldiler
‘gözlerini açalım’ dediler. İstemem dedim...’ Yahu nasıl olur da istemezsin. Bu fırsatı insan
kaçırır mı?’ dediler. İstemem dedim tekrar. ‘Sebebi’ dediler. ‘Sebebiyse, ben şimdiye kadar
kafamda bir yuva kurmuşum. Gözüm açılırsa, o yuva dağılır. Tekrar kurmaya imkan olmaz. Bu
yuvayı dağıtmak istemiyorum’ dedim. Adamlar da gittiler. Onun üzerine şunu yazmıştım. Siz
diyorsunuz ki geniş anlamlar var şunlar bunlar.
‘BİR KÜÇÜK DÜNYAM VAR İÇİMDE BENİM,
MİHNETİM, ZULMETİM BANA KAFİDİR,
GÖRENLER DAR GÖRÜR GENİŞTİR BANA,
SOHBETİM, ÜLFETİM BANA KAFİDİR.
İSTEMEM DÜNYANIN SALTANATINI,
SÜSLÜ GİYİMİNİ ARAP ATINI,
BİLİRSEM TÜRKLÜĞÜN VAR KIYMETİNİ,
VATANIM, MİLLETİM BANA KAFİDİR.
İSTERDİM HAYATTA DÜŞMANLA SAVAŞ,
MİLLETİME KURBAN OLAYIDI BU BAŞ,
NASİP DEĞİL İMİŞ, ŞEHİTLİK KARDEŞ,
İMANIM NİYETİM BANA KAFİDİR.
DÜNYA GENİŞ OLSUN, İSTER DAR OLSUN,
YETER Kİ KALBİNDE İMAN VAR OLSUN,
HER ZAMAN MİLLETİM BAHTİYAR OLSUN,
BU RÜTBEM, MESNEDİM BANA KAFİDİR.
İÇİMDE BESLERİM, BİR BÜYÜK ORDU,
ÇINLATSIN DÜŞMANI,YÜKSELTSİN YURDU,
AZMİ, ZİHNİYETİ VEYSEL’DİR DERDİ,
İŞTE BU NİYETİM BANA KAFİDİR.
Benim alemim, herkesin alemine karşı bir alem değil. Çünkü, dünyadan bihaberim. Dünyayı
gezdim, ne gördüm. Hiçbir şey görmedim. Yalnız dünya beni gördü. Ben
dünyada gezdim, işte Ankara’dayım ne görüyorum. Hiç. Ama alem beni görüyor. Benim
dünyaya gelişim, gidişim bu şekilde.
-Fakat öyle bir dünya görüşü var ki sizde; herkesin göremediğini görüyorsunuz. Biz ağacı
görüyoruz, fakat sizin görüşleriniz gibi göremiyoruz. Bu görüş Karacaoğlan, Pir Sultan,
Dadaloğlu gibi, ya da Aşık Veli, Kemter Baba gibi asırlar ötesine kalacak bir görüş, bir deyiş.
Fakat onların şanssızlığı, teypin, bantın, plağın, pikabın olmayışı.
-Olmayışı evet.
-Böyle canlı kalamamışlar. Şimdi ben sizden, çok özel bir şey isteyeceğim. Diyeceğim ki Aşık
Veysel, 2000 yılında, ya da 2100 yılında , Allah hepimize uzun ömür versin ama, her halde
2000 li yıllarda olmayacağız.
-Olmayacağız.
-Ama radyo olacak ve şu bant kalacak radyoya. Diyeceğim ki Aşık Veysel 2000’li yılların
kuşağına sesleniyor, fakat kendisi yok. Biz de yokuz. Aşık Veysel o kuşağa ne der?
-Eveeet. Aşık Veysel o kuşağa ne der...
-Evet şöyle söyleyeyim, yani istediğiniz gibi söyleyin. Ben hiç karışmayayım . Düşünün ki bizler
yokuz dünyada. Fakat radyo var, dinleyicilerimiz var.
- Onlara söyleyişim şu olacak: Çalışmak, azim, fikir. Efendime söyleyeyim, bunlar mevcut
olacak. Dönmeyecek azminden insanlar. O azminden dönmeyen insan, muhakkak erinde
geçinde arzusuna ulaşır. Fakat azim deyince o da , biri yani yanlış yola azim etmiş, o muhakkak
yolda kalır. Fakat doğru yola azmederse, o kendini bir selamete çıkartır. Ve ismini baki kor
dünyada, kendi de baki kalmış olur. Yoksa yanlış yola azmetmiş, onun muhakkak bir gün
kafasına vururlar. Ondan hayır çıkmaz. Çıksa kalsa bile herkes nefret eder. İnsanlar iki şeyle
anılır; biri nefretle, biri rahmetle. Nefretle anıldıktan sonra, hiç anılmasın.
-Eveet bunu diyorsunuz. Bu bandı ben kopya ettirip, Türkiye Radyoları arşivlerine koyacağım.
Bizlerden sonraki kuşaklara armağan edeceğim. Kopya fazla dağılmayacak. Öyle sağlam bir
şekilde kalacak. Farz edin ki, yüz sene sonra bu bandı koyacaklar ve yüz sene önceden sizin
anonsunuzu dinleyecekler. Bu anlamda bir ses verebilir misiniz bana?
-Nasıl ses veririm...Ses veremem ki.
-Düşünün ki, yüz sene sonra radyoda bu bant yayına girecek; Aşık Veysel de yok, Yaşar
Özürküt de yok radyoda...
-Nasıl söyleyeyim, onu da şöyle bir şey var.
‘Varlığım, yokluğum bir Veysel adım,
Kalacaktır gök kubbede ses kadim,
Bunca yıldır kendi kendim aradım,
Hiçbir türlü bulamadım ben beni.’
-Bu dörtlüğü şimdi mi yaptınız, önceden mi vardı?
-Önceden.
-Fakat söylemek istediğinizi bu dörtlükle söylüyorsunuz.
-Evet evet. Ses kadim kalacak.
-Peki çok teşekkür ederim. Yordum sizi. Sağlık dilerim.
Not: Söyleşi ilk kez Aşık Veysel'in öldüğü gün olan 21 Mart 1973 de TRT radyolarında yayımlanmıştır.