18. yüzyıldaki büyük Avşar göçü gerçekleşmeden önce, 16. yüzyılda Kayseri’de önemli ölçüde Avşar nüfusu vardı. Lakin 18. yüzyılda Anadolu’da Türkmen ya da Avşar olmak hiç de kolay bir şey değildi. Devlet, Türkmen aşiretleriyle öyle bir gerginlik çıkarmıştı ki zaman zaman çatışma ortamı doğmaktaydı. Bir taraftan Osmanlı ordusuna asker veren insanlar, yeri geliyor kendi çocukları ile savaşmak zorunda bırakılıyordu. Göç, sürgün, salgın hastalık, bitip tükenmeyen huzursuzluklar ve zaman zaman da ortaya çıkan, katliam derecesine varan kıyımlar...
1785'te Dadaloğlu böylesine bir gerginlik içinde göçebeliği sürdüren bir Avşar (Türkmen) çocuğu olarak dünyaya geldi. Seksen üç yıl süren uzun hayatı boyunca Osmanlıların başından altı padişah gelip geçti : I. Abdülhamit (1774-1789), III. Selim (1789-1807), IV. Mustafa (1807-1808), II. Mahmut (1808-1839), I. Abdülmecit (1839-1861), Abdülaziz (1861-1876).
Osmanlı Devleti'nin Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra girdiği gerileme dönemini reformlarla durdurmaya uğraşan, iç çözülmeleri önlemek, güçsüzleşen merkezi yönetime karşı başına buyruk yerel yönetimlerin oluşmasını engellemek için çaba gösteren bütün bu padişahlar, göçebe aşiretlerin belirli bölgelere yerleştirilmelerini, devlete vergi, orduya asker vermek için sayımdan geçirilmelerini sağlamaya çalıştılar.
Dadaloğlu, Osmanlılardan gelen baskılara yıllarca direnerek göçebeliğini sürdüren, sırasında yayladan yaylaya kaçan, sırasında üstüne gönderilen devlet güçleriyle savaşan Avşar boyuyla birlikte çok çetin bir ömür sürdü. Son yıllarının "Ferman padişahın dağlar bizimdir" diye seslenmesine sebep olan büyük acısını ise Abdülaziz'in 1865'te kurup geniş yetkilerle donatarak, göçerlik sorununu kökünden çözmek üzere, Derviş Paşa komutasında bölgeye gönderdiği "Fırka-i Islahiye" karşısında tattı.
Kitaplar hep Dadaloğlu’nun bir aşiret şairi olduğunu söylerler. Dadaloğlu, bir aşiretin değil, bütün Türk Milletinin şairidir. Onun şiirinde Avşar boyunun aklı karalı nice günleri, maceraları anlatılır ama şiirleri dikkatlice incelendiğinde Dadaloğlu’nun birçok Türkmen beyi ve oymağı hakkında da bilgi verdiği görülür. Mesela, Cerit Türkmnelerinin beyi Memici Ağa’ya sesleniyor ve diyor ki:
Bire Memicioğlu'm unutma bunu
Lorşun benim derdin hanıya Hunu
Unuttun mu kuzum geçen günleri
Yalman kalpak geyer idi beyleri
Bu şiiri okuyunca devlet tarafından sürgüne gönderilen Avşarların yurdu Binboğa’ya Cerit Türkmenlerinin yerleşmesinin Dadaloğlu’nu kızdırdığını görüyoruz.
Bir başka şiirinde Kozanoğlu Beylerinden Küçük Ali Oğlu Halit Bey’i methediyor:
Âşık DADAL, varsın ünün söylensin
Haleb'in paşası sofrasını dürsün
Beylan'ın beyleri pekmezin satsın
Tuğlar sana lâyık Küçük Ali Oğlu
Bu övgünün sebebi de Kozanoğullarından Küçük Ali Oğlu’nun üzerlerine gönderilen kuvvetleri mağlup ederek, bölgede hükümdarlığını Osmanlı’ya karşı ilan etmesidir.
Bu örneklerde olduğu gibi daha birçok Türkmen ve Avşar beyleri onun şiirine konu olur. Elbeyli Beyi Osman Paşa, Reyhanlı Aşireti beyi Mürseloğlu Haydar, Avşar beyi Mirza Oğlu, Türkmenoğlu Kara Ahmet, Kozanoğlu Yusuf Ağa, Çapanoğlu, Mühazimoğullarından Tırnaksız Ahmet Paşa gibi daha birçok Türkmen beyinin macerasını Dadaloğlu’nun şiirinde takip etmek mümkün gözüküyor.
Dadaloğlu gibi büyük şairleri sadece “aşiret şairi” deyip geçiştiremeyiz. O, “Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyecek kadar yiğit, “severim kır atı, bir de güzeli” diyecek kadar ince ruhlu ve
Gönülden gönüle yol gider derler
Onu sürmeye bir hoşça can gerek, diyecek kadar “bilge” bir kişiliğe sahiptir. O, bu topraklara meftun olmuş bir gelenek şairidir.
Bereket var toprağında taşında
Kırık kırık eser yelin Binboğa
Seyfilerin döner yanı başında
Faraz avcı ister yerin Binboğa
Dadaloğlum der ki, sen seni tanı
Adam arap ata vermez mi yemi?
Sana derim sana dağlar sultanı
Sana eş olur mu, Belit, Binboğa
Derken “dağlar sultanı” dediği Binboğa’ya duyduğu sevginin göstergesi olan bu mısralarda onun yaşadığı çevre şiirine konu olur.
Dadaloğlu, yaşadığı zamana tanıklık etmiştir. Onun anlattığı tarihi vakalar, tarihçilerin kendi bakış açılarıyla ele almaları gereken birçok hadisenin tahliline de kolaylık sağlamaktadır.
Aşağıdan iskan evi geliyor
Bezirganlar koç yiğide gülüyor
Kitabın dediği günler oluyor
Yoksa devir döndü ahır zaman mı?
Aşağıda akça çığın ötünce
Katar başı mayaların sökünce
Şahtan ferman Türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlıya aman mı?
Dadaloğlu, yaşadığı çevre olan Çukurova, Uzun Yayla, Aziziye ve Orta Anadolu’nun büyük bir şairi olmaktan öte bir yere gelmektedir. Onun halisane ve tertemiz Türkçesi, Dadaloğlu’nun Yunus Emre ile başlayıp Pir Sultan’la, Karacaoğlan’la devam eden geleneğin bir halkası olduğunu göstermektedir. “Ferman padişahın dağlar bizimdir” sözü gibi bazı sözlerinin artık halk dilinde deyim ve atasözü durumuna getirilmesi ise onun Nasreddin Hoca gibi halk lisanını etkilediğini göstermesi bakımından önemlidir.